İçeriğe geç

Bosna Şehidlerini Ziyaret ve Marsmira Yürüyüşü (3)

Saray Bosna ile Tuzla arası dört saat sürüyor. Sabah 07:00 da başlayacak yürüyüşe yetişmeyi planlıyorduk. Yorucu bir yolculuktan sonra sabah hedeflediğimiz saatte başlangıç noktasında yerimizi alıyoruz. Ormanın içi olduğundan hava soğuk ve çiğ yağmış. Yerler ıslak. Hemen çantalarımızı düzenliyor ve yanımızda getirdiğimiz erzakları gruba paylaştırıyoruz. Bir kişinin bu malzemeleri taşıması bir hayli zor. Yürüyüşün başladığı yerden insanlar hareket etmişler. Bosna ordusu çadırları topluyor. Bizde yürüyüşe başlamadan kısa bir toplantı yapıyoruz.

Bu toplantıda yürüyüş adabı hakkında grubumuza bilgi veriyor yürüyüşün maksadını anlatıyoruz. İlk başladığımız nokta bir hayli kaygan. Zemin iyice ıslanmış ve çamur olmuş. Zorda olsa ilerlemeye çalışıyoruz.

Önümüzde ki grup bizden yaklaşık yarım saat mesafede ilerliyor. Bizde hiç dinlenmeden onlara yetişmeyi planlıyoruz. Yaklaşık 5 km yürüdükten sonra gruba yetişiyoruz. Tabi bu grubun önünü görebilmek imkansız.

Her sene düzenlenen Marsmira adlı bu yürüyüş Srebrenica’da katliamdan kaçan binlerce kadın, çocuk ve yaşlının izlediği güzergahtan gerçekleştiriliyor. Fakat onlar terse kaçarken bizler Srebrenica’ya doğru yürüyoruz. Unutmadık, öfkemizi taze tutuyoruz manasına gelen bir yürüyüş Marsmira… Bu sene yaklaşık sekiz bin kişi bu yürüyüşe katılmış. Yürüyüşte gözümüze çarpan ilk şey çocukların ve yaşlıların fazlalığı. Aileler o dönemde kardeşlerinin, bir çoğunun akrabasının neler çektiğini bir nebzede olsa çocuklarına aktarmayı hedefliyorlar. Hamile bayanlar, doksan yaşında yaşlı amca ve teyzeler, kolu bacağı olmayan gaziler, kadınlar, hepsi bu yürüyüşe her sene katılıyorlar.

Zorlu yürüyüş boyunca Bosna topraklarının tüm güzelliklerine şahit oluyoruz. Bu güzellikler karşısında yol boyunca bol bol tefekkür etme ve Allah’ı tesbih etme imkanı buluyoruz.

Sabah kahvaltısı için bahçesinde Osmanlı zamanından bir çok mezarı barındıran bir camii de konaklıyoruz. Burada yanımızda getirdiğimiz ekmek ve peynirle açlığımızı dindiriyoruz.

Yürüyüşte bize liderlik eden Mahmut kardeşimiz dağcılıkla uğraştığından çok tecrübeli. Tecrübelerini grubumuzla paylaşıyor. Bosna dağlarında gördüğüm yeşili ben hiçbir yerde görmedim. Otlar çok gür ve boyları çok uzun. Ve neredeyse her kilometrede kaynak suyuna rastlıyorsunuz.

Yürürken bir şey dikkatimizi çekiyor. Yürüyüş esnasında yürüyen insanların birbirlerine pek selam vermiyorlar. Bizde arkadaşlarla selamı yaymaya karar veriyoruz. Yürüyüş boyunca gördüğümüz tüm gruplara ve kişilere selam veriyoruz. Grubumuzun en renkli kişisi olan Sancaktar Recep abimiz sık sık Boşnaklara ve bizlere tekbir getirttiriyor.

Bu da Boşnak kardeşlerimizin hoşuna gidiyor. Bir süre sonra tüm Boşnaklar yanımızdan geçerken önce selam verip arkasından tekbir getirmeye başlıyorlar. Buda bizi fazlasıyla memnun ediyor.

Zira geçtiğimiz sene yürüyüşe katılan Bahattin abimiz bize yürüyüşte tekbir getirenlerin çok az olduğunu aktarmıştı. Bir nebze olsun onun isteğini yerine getirmek bizi sevindiriyor. Yürüyüş boyunca Bahattin abinin bizim yanımızda önlerde bir yerde olduğunu düşünüyorum. Ya da varacağımız noktada bizi beklediğini düşünüyorum. Yürürken onu sürekli anıyoruz.

Kalabalık grupla ilk karşılaşmamızda ise alana yanımızda getirdiğimiz ve üzerinde Bahattin Yıldız ve Faruk Aktaş’ın resimlerinin yer aldığı ‘’Hoda Hafız Biraderani Mücahidan’’ yazılı pankartla giriyoruz. Tüm Boşnak Müslümanlar tekbirlerle bizi karşılıyorlar. Yürüdüğümüz üç saatlik yolda verdiğimiz selamların karşılığını görmek bizi sevindiriyor. Bütün bu bereketi Bahattin abimizin şehadetine bağlıyoruz.

Yürüyüş ilk iki günü çok zorlu geçiyor. İnanılmaz yükseklikteki dağları saatlerce tırmanarak aşıyoruz. Zaman zaman dinlenme ihtiyacı duyuyoruz. Dinlenmek amacıyla durduğumuz her yerde marşlar okumayı ihmal etmiyoruz.

Yol boyunca bize eşlik eden Eser kardeşimiz birazdan mayınlı bölgeye girileceğini ve kimsenin patika haricinde bir yere basmaması gerektiği yönünde bize uyarılarda bulunuyor. Bizde hemen grubu topluyor ve ikazlarımızı yapıyoruz. Mayınlı bölgeye geldiğimizde önümüzde binlerce insan bekliyordu. Yol daraldığından sırayla geçiş yapılıyor buda yolda sıkışıklığa neden oluyordu. Bizde bu sıkışıklıkta duruyor ve yakındaki kaynaktan su mataralarımızı dolduruyoruz. Daha sonra birde marş söyleyerek tüm Boşnak kardeşlerimizin dikkatini çekiyoruz.

Bizim Türkiye’den geldiğimizi duyanlar çok seviniyorlar. Üzerimizde ki tişörtlerde yer alan Türkiyeli Bosna şehitlerinin fotoğraflarını görenler bizden tişörtlerimizi ve elimizdeki bayrakları hediye olarak istiyorlar. Biraz sonra bir tişört alışverişi başlıyor. Bu arada Selami Yurdan’ı tişörtteki resimden tanıyan bir cephe arkadaşı yanımıza geliyor. Selami Yurdan ile aynı cephede olduklarını ve arkadaşlık ettiklerini söylüyor. Kendisi savaşta gözünün birini kaybetmiş. O da üzerimizdeki tişörtü istiyor. Bizde hemen çıkarıp kendisine hediye ediyoruz.

Yaklaşık 5 saat tırmandıktan sonra Cuma namazının kılınacağı köye varıyoruz. Tüm yürüyüşçüler burada abdestlerini almış namaz için bekliyorlar. Bizde abdestimizi alıp namazı kılıyoruz.

Biraz gölgede oturduktan sonra tekrar yola koyuluyoruz. Artık ayaklarımız şişmeye başlıyor. Yol boyunca Bosna sağlık görevlileri hizmet veriyorlar. Bazı kardeşlerimiz tedavilerini yaptırıyor ve yola devam ediyoruz. Yol uzun tırmanışın ardından biraz olsun kolaylaşıyor. Düzlüğe vardığımızda ise bizi daha da sevindiren bir akarsu ile karşılaşıyoruz.

Yürüyüş boyunca güzergah üzerinde bulunan köy halkı yürüyüşçülere kahve dağıtıyorlar. Kahvelerimizi alıyor ve bize kahve ikram eden aileye başörtüsü, koku ve tespih hediye ediyoruz. Kahvelerimizi aldıktan sonra Serkan kardeşimle birlikte ilk yaptığımız iş ayakkabılarımızı çıkarıp buz gibi suya sokmak oluyor. Bu bize bir hayli iyi geliyor.

Abdestimizi alıp yola devam ediyoruz. Yaklaşık iki saatlik bir yürüyüşten sonra konaklama yerine geliyoruz. Burada Boşnak Müslümanlar bizi yoğun ilgi ile karşılıyorlar. Herkes bizi çadırına davet ediyor. Biz otuz üç kişi olduğumuzdan bize bir çadır gerekiyor. Boşnak ordusu ile görüşmemizden sonra çadırların tamamının dolu olduğunu öğreniyoruz. Ve kendimize dışarıda kalabileceğimiz en uygun noktayı belirleyip bir konuklama alanı yapıyoruz. Herkes çok yorgun. Bizim bu halimizi gören Ramiz Bayramoviç isimli amca küplere biniyor. Doğru koşarak Boşnak askerlerinin komutanına gidiyor. Başlıyor bağırmaya ‘’siz nasıl olurda Türkiye’den gelen kardeşlerimize bir çadır bulamazsınız!’’

Ramiz amcayı bizde sakinleştirmeye çalışıyoruz. Bize yol boyunca yardımcı olan ve kısa sürede kaynaştığımız Eser kardeşimiz Ramiz amcaya kalacak yerimizden memnun olduğumuzu aktarıyor. Fakat Ramiz amca saatlerce bize yer bulmak için çabalıyor. Bulamadığında ise bize kahve ikram edeceğini ve geri kalan yolu bizimle birlikte yürüyeceğini gözyaşları ile aktarıyor.

Fakat Ramiz Amcanın bizim için çırpınmasının sonucu olarak oradaki bir köylü grubumuzu açıkta bırakmayacaklarını söyleyerek bizi alıp evine götürüyor. Az değil tam 33 kişiye evini açıyor bu köylü. Bizde kendisine dua ediyoruz. Evde 35 kişi bir arada kalıyoruz.

Sabah ezanını okuyup Namazı kıldıktan sonra tekrar yola koyuluyoruz. Son gün köylülerinde yardımı ile çantalarımızı koyacak bir araç buluyoruz. Zira bu yolda çanta ile yürümek çok sıkıntılı idi. Çantalarımızı kendimizden önce Srebrenica’ya gönderiyoruz.

Son gün güzergah Sırp köylerinden geçtiği için bir hayli tehlikeli. Buralarda bir çok Müslüman katledilmiş. Her evin önünde Sırp polisleri bekliyor. Boşnak Müslümanlar bu köylerden geçerken su bile almıyorlar.

Bizde dikkatli bir şekilde yürüyüşümüze devam ediyoruz. Tüm yürüyüşçüler bizi artık tanıyorlar. Hepsi istisnasız bize selam vermeden geçmiyorlar. Artık yürürken selam almaktan nefes alamaz hale geliyoruz. Bu bizi fazlasıyla memnun ediyor.

Yürürken yerde bir siyahlığa rastlıyoruz. Eğilip baktığımızda toprağa gömülmüş bir keleş mermisi olduğunu fark ediyoruz. Hemen yerden kazıyarak çıkartıyoruz. Sırplara ait bir mermi olduğunu üzerindeki yazılardan anlıyoruz. Etrafa dikkatlice baktığımızda onlarca boş kovana rastlıyoruz. Anlıyoruz ki bulunduğumuz noktada bir katliam gerçekleştirilmiş.

Yürürken sık sık Sırp polisleri ile karşılaşıyor ve gözlerinin içine bakıyoruz. Fakat onlar bizim gözümüze bakmaya korkuyorlar. Sırp köylerine girişte Boşnak gençlerden bir grubun bizi beklediğini görüyoruz. Türkiyeli kardeşlerimizle birlikte yürüyeceğiz diyerek bize katılıyorlar. Ellerinde çok büyük bir Tevhid bayrağı bulunuyor. Sırp köylerinin arasında ilerlerken dağları ovaları tekbirlerle inletiyoruz.

Biraz ilerledikten sonra yolda öldürülen insanların eşyalarına rastlıyoruz. Yolun sol tarafında yeni yapılmış bir kilise dikkatimizi çekiyor. Birkaç Boşnak ile konuşurken bu kilisenin altında toplu mezar olduğundan emin olduklarını duyuyoruz. Katliamı gizlemek için Sırpların toplu mezarların üzerine kilise inşa ettiklerini aktarıyor bize.

Sırp köylerinden su bile almadan saatlerce ilerliyoruz. Sırp köylerini geçtiğimizin en önemli işareti ise kahve dağıtan Boşnak köylüler oluyor. Bir mola verip hem su hem kahve içiyoruz. Abdestimizi alıp namazlarımızı da bu şirin köy evinin bahçesinde kılıyoruz. Burası bizi gören Marsmira yürüyüşçülerinin mola yeri oluyor. Herkes bizimle fotoğraf çektirmek istiyor. Bizde kardeşlerimizi kırmıyoruz.

Artık katliamın merkezi Srebrenica’ya az akladı. Bir saatlik bir yürüyüşten sonra saat 19:00 civarında Srebrenica’ya varıyoruz. İlk önce tepelerin ardından bembeyaz mezar taşları gözüküyor. İçimiz ürperiyor. Asıl insanın kanını donduran manzaralarla ise konaklama yerine indiğimizde karşılaşıyoruz.

Ayaklarımızın üzerine basamaz hale gelmemize rağmen şehidlerimizin tabutlarının taşındığını görüyor, Eser, Serkan ve ben hemen tabutları omuzluyoruz. O anda yaşanan duyguları tarif etmek inanın imkansız. Ellerimin üzerinde taşıdığım tabutu kendi ailemden bir fertmiş gibi sahipleniyor ve akşam bekleyecekleri yere götürüyoruz. Şehidliğin içerisine girdiğimizde ise 775 adet dizilmiş şehid cesedini görünce tarifi gerçekten imkansız duyguları yaşıyoruz.

Öfke, nefret, acı, yürek yanması, ve intikam hırsı tüm benliğimizi sarıyor. Ayakta durmakta zorlanıyoruz.Bu manzara karşısında ne göz pınarlarımıza nede sinir sistemimize hükmedemiyoruz.

Saatlerce tabutların başında bekliyoruz. İnsanlar geliyorlar, teker teker tabutların üzerinde yazılı olan isimleri okuyorlar ve akrabalarını, eşlerini,babalarını, oğullarını, kızlarını, amcalarını bulanlar o tabutun üstüne yığılıveriyorlar…

Dayanılmaz bir acı yarabbi…

Boş mezarların kenarına oturup tefekkür ediyoruz. Acizliğimizin ve güçsüzlüğümüzün verdiği utançla yüzümüz yere eğiliyor.sesimiz titriyor…

Aklımızdan geçiyor tüm İslam coğrafyası. Bosna, Çeçenistan, Afganistan, Irak, Filistin hepsinde yaşanan acılar. Ve anlıyoruz ki cihad gerçekten çok önemli ve gerekli bir amelmiş. Zira cihad olmadan, direnmek olmadan zalimleri ve zulümleri bertaraf etmek imkansız.

Akşam bu duygular içerisinde uyumaya çalışıyoruz. Sabah kalkıp bu atmosferde sabah namazını kunut duası eşliğinde eda ediyoruz.

Sonrasında tören alanına doğru elimizde Mavi Marmara şehidlerinin resimlerinin bulunduğu Boşnakça, İngilizce ve Arapça pankartla şehidliğe doğru yürüdük. Bu yürüyüşümüz Bosna halkının yoğun ilgisine neden oluyor. Fotoğraf ve video çekenlerden yürüyemiyoruz. Sonrasında şehidliğe giriyoruz. Şehitlikte uygun bir yere pankartlarımızı asıyoruz.

Sonrasında öğlen namazımızı ve cenaze namazını şehid bahçesinin tam ortasında Serkan kardeşimle birlikte kılıyoruz. Cenaze namazının ardından tabutlar teker teker omuzlara alınıyor. Ve yeşil bir lale gibi şehidliğin her bir yerinde açıyorlar. Bu yeşil laleler sadece Srebrenica’ya özgü. Sadece Bosna dağlarında açıyorlar. Ve bu lalelere kelebekler konuyor…

Bizde bir tabutu omuzluyoruz. 95 numaralı Rıfat Ethem Hasanoviç’e ait tabutu defnedileceği kabrin başına götürüyoruz. Hasanoviç 25 yaşındayken Sırplar tarafından şehid edilmiş. Kabrinin başında ise onu hiç hatırlamayan kızı feryatlarla karşılıyor. O şehid olduğunda kızı iki yaşında bir bebekmiş. Tabuta sarılıyor ve ağlıyor kızı. Bende cebimden çıkardığım mendili bu kardeşimize veriyor ve kendisine babasının şehid olduğunu ve sabırlı olması gerektiği telkininde bulunuyorum. Tabutu kabre koyduktan sonra etrafında bulunan herkes kuran okuyor. Buluşma saatimiz yaklaştığı için bizde dua ederek kabrinin başından boynumuz bükük bir şekilde ayrılıyoruz.

Buradan insanların katledildiği fabrikaya geçiyoruz. Srebrenica’da bulunan akü fabrikası senede sadece bir gün açılıyor. BM’nin koruması altında olan bu fabrikada kesilen insanların kanları halen duruyor. Dehşet içerisinde fabrikayı geziyoruz. Sırpların insanları kurşunlamadan boğazlarından keserek öldürmesi sonucunda duvarların tamamının kan içerisinde olduğunu görüyor ve dehşete kapılıyoruz.

Buradan kan örnekleri alıp Türkiye’de inceletmek üzere yanımızda Türkiye’ye getiriyoruz.

Srebrenica’da katledilen Müslüman sayısının on binin üzerinde olduğu ve şuana kadar tesbit edilenlerin sekiz bin olduğunu öğreniyoruz.

Gördüklerimiz karşısında duygularımız dumura uğruyor. Yüreğimizde tarifsiz bir acıya duçar oluyor. boğazımız düğümleniyor.Acımızı, Utancımızı, kinimizi, yaşadığımız tüm güzel ve acı şeyleri yanımıza alıp bir dahaki sene buluşmak üzere Bosna’ya veda ediyoruz…

Tarih:Köşe Yazıları

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın